• eve girdiğimde gittiğini öğrendim. o'nu uğurlayamamıştım, kaçırmıştım, belki de bilerek kaçırmıştım. valizini hazırlayıp alacaklarını alıp gitmişti. gayet normal bir kafada karşılayıp evin rutinini bozmayan tavırlar sergiledim ya da sergilemeye çalıştım bilemiyorum, ta ki odama girene kadar. odaya girdiğimde eşyaların azaldığını gördüm. genel bi rahatlama, belki bi oh be rahatlığına bile girmek mümkündü. kapıyı kaparken bu evdeki hayatım boyunca tıklım tıkış dolu olan, artık asacak boş yeri kalmayan askının artık bir çok boş yeri olduğunu fark edince boğazıma bir yumru oturdu. meğer o askı askıdan daha fazlasıymış. beraberlikmiş, arkadaşlıkmış, güvenmiş. sonrasında ise gardrobu kontrol ettim, artık çok rahatlamıştı, olması gerektiği kadar eşya dolduruyordu içini ve hepsi benimdi. bu yaşında tek başına bir evde yaşıyan bir erkek olarak bakıldığında olması gereken yapı buydu, anlayabiliyordum. ama mutluluk ve güvende hissetmek bu muydu ona emin değildim. o an anladım tekrar komfor, refah ve sorunsuzluk mutluluk demek değildi, insan daha az komfor ile daha mutlu olabiliyordu eğer orda mutluluk varsa.

    akabinde o'nu aradım; eşyalarını yeni odasına yerleştiriyordu. artık kendi sistemini kurmalıydı, bu o'nun da hakkıydı. anlayabiliyordum. en iyi arkadaşlarımdan biri daha (hatta en iyisi) gidiyordu hayatımın son döneminde.

    olayı dramatize etmek istemesem de alışkanlık garip bir şeydi, yalnızlık şu an kulak yakıcıydı. hayatın tüm zorluklarını paylaştığım ve her şeye rağmen gülüştüğüm, uyumdan önce karanlıkta konuştuğum, yer yer karşısında hüngür şakır ağladığım dostum gitmeliydi, bu o'nun iyiliği içindi, öyleyse yapılmalıydı. biz insanlar her şeye alışabilirdik nasılsa bunu da biliyordum.

    herkes uyuyunca oda artık daha boş, daha az neşeli, daha az yuvaydı sanki.

    bu da gelirdi, bu da geçerdi...
  • aynı karında çoğunlukla farklı istisnai olarak aynı dönemlerde ikamet edilen kişiye verilen ad.

    benim kardeşim yok. kısa süren bir evliliğe sığdırılabilmiş bir tek çocuk yani bu kayısılı turta. senelerce insanlar "aaaa kardeşin yok mu?" derken gözlerindeki acıma duygusunu "bir kere her bi şiy benim ooolum! bütün oyuncaklar benim, bütün hediyeler bana geliyo, kardeşten oyuncak saklamaca yok. annem bi beni seviyo, daha n'olsun" diyerek sallamamıştım.

    canımın içi, ciğer parem, sultanım annanem bir hafta önce hastaneye kaldırıldı. son dönemdeki adıyla beyin krizi, biz türklerin deyişiyle inme geçiriyordu. ilk günlerde sadece konuşması sıkıntılıydıysa da durumu gittikçe ağırlaştı. annem yardıma ihtiyacı olduğunu söyledi. izin alıp gittim. anneme yardım ettim. falan filan.

    beni asıl düşündürense, ileride anneme bir şey olması durumunda bütün bu işleri tek başıma nasıl kotaracağım oldu. bir yandan ekmek parası derdi, bir yandan annemin olası bir hastalığı durumunda onunla nasıl ilgileneceğim kaygısı... hatta işi bir adım öteye taşıyıp, yaşlılığımda huzurevine yatma kararları...

    uzun lafın kısası, eğer kardeşiniz varsa gidin ve ona sarılın. yoksa da * * anne ve babanıza "ben kardeş istiyorum!" baskısı yapın.
  • iş arayan kardeşi üzülmesin diye daha iyi bir işe girdiğini söylemeyip saklayan insandır. candır.
  • gerçekleri görüp ona göre davranan birisiyimdir. dolayısıyla kız - erkek fark etmez - bazı durumlarda bir ağabey veya abla için tam bir baş belasıdır.
  • sabah oğlanları kaldıramadım yataklarından. gıdıklamak, garip olaylar anlatmak da işe yaramadı.
    "ilk kalkana haftasonu bilgisayar için 5 dk ekstra." dedim. küçük fırladı hemen, büyük üzüldü hali ile. "kahvaltısını ilk bitirene de 5 dk. o halde." dedim. abisi içerdeyken küçük kulağıma eğildi, "ben özellikle yavaş yiyeceğim, abim önce bitirsin ki onun da 5 dk hakkı olsun." dedi. baktım krebin son lokmasını tutuyor tabağında, abisi kazanınca da gülümsüyor.
    benim hiç olmadı ama sanırım buna kardeş deniyor.
  • her ne kadar en acı verici dayak sahnelerini kardeşlerimin üstünde denesem de kıyamam ben onlara.

    candır onlar karındaştır ciğer parçasıdır.
  • kavga etmekten en çok zevk alınan kişidir.

    biz az tartışan iyi anlaşan kardeşlerdik. ama yine de bu zevkten mahrum kalmazdık. küçükken kolaydı onu dövmesi. e 3 yaş büyük farktı o zaman. bir de abla derdi o zaman bana. adı yeter abla. şimdi en son kavgamızı hatırlıyorum. geçen yıl ben çıldırmış şekilde debelenip tüm gücümle ona vurmaya çalışırken o tek eliyle beni zapt edip bir yandan gülerek, dalga geçer ifadeyle ya senin gücün bana en son ben 6 sen 9 yaşındayken yetiyordu. ama olsun çabana sağlık demişti. o sinirle bile gülmeyi saldırmaya tercih etmiştim o an. ama deşarjdı işte. günün yorgunluğu falan gidiyordu. sonra kardeşim gitti. yokluğunda türlü türlü insanla kavga ettim. silecek kaldıran emekli albaylardan tutun, apartmanın altındaki pideciye kadar. ama yok ne aynı tadı alabildim ne rahatlayabildim.

    çok şey gibi kavganın bile onla olanı güzelmiş. hatta şu hayatta kavganın iyi bir şey demek olduğu tek an karşında kardeşinin olduğuymuş. insanı rahatlatansa kavga etmek değil ne kadar kötü tartışırsan tartış onun sıfatının hiç değişmeyeceğini, kardeş kalacağını bilmekmiş.
  • özlenendir.
  • giptayla bakarken icindeki hasedi cikar gururu ekle, iste odur.
  • severken aynı anda sövdüğüm candan öte kişidir.
    ilk doğduğu anda babama "bu kara çocuk kimin kardeşi?" diye sormuştum. halbuki hiç de öyle esmer bir çocuk değil şu anda. ama keşke esmer kalsaydı da ergen olmasaydı. ikizler burcu ve de ergen bir erkek olması çekilmezliğini en üst seviyeye taşıyor.
    büyüdükçe kavgalar yerini dertleşmeye bırakınca nasıl sevdiğini daha bir anlıyorsun. ama formalarımın peşini bırakmadığı sürece de o kavgalar hiç bitmeyecek gibi...
    seni lanet olası küçük zenci!!
hesabın var mı? giriş yap